Su Altından Düşünce Baloncukları #Nil Karaibrahimgil
Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri, bir deniz gözlüğüyle suya dalıp, hiçbir deniz canlısına rastlamamak olsa gerek. Tıpkı, karada sokağa çıkıp, hiçbir ağaca ve insana rastlamamak kadar ürkütücü bir şey bu. Bu Yunanistan’ın Arki Adaları'ndaki eski bir yanardağın gölet olmuş sularında yüzerken aklıma geldi. Büyük bir nefes alıp, dibe daldım. Ve şükür ki, orda beni bekleyen yosunlar, yosunlar arası gezinen turuncu balıklar ve ağzında tığ taşır gibi sivri bir burunla ilerleyen küçük balıklar vardı.
Sonra terk edilmiş bir kabuk buldum. Bir deniz minaresi taşınmıs olacak. Üzerinde olağanüstü güzellik ve simetride yan yana dizilmiş noktalardan meydana gelmiş deniz yıldızı resimleri vardı. Evinin dışını boyamış anlaşılan. Taşların üzerini kadife gibi kaplayan o doku bile nefes alıyor. Herşey birbirinin parçası ve ben sadece geçici bir misafirim. Hem dünyada, hem denizde.
Aslında bana sorarsanız, dünya su canlılarının. Çünkü dünyanın çoğunluğu suyla kaplı. Karalar, okyanuslara kıyaslandığında ne ki. Karadakiler, onların yanında azınlık.
Eskiden, suyun kaldırma gücünün, suyun rahat bırakılmak istemesiyle alakası olduğunu düşünürdüm. Eğer bizi çok isteseydi, suyun çekme gücü ya da suyun kucaklama gücü diye bir şey olurdu. Bence, buna biraz saygı göstermemiz lazım. Kabul edelim, her ne kadar çapa çapa çırpınarak yüzsek de, orası başka bir dünya. Alemler alemi. Rengarenk.
Onu korumalıyız. 800 km’lik bir ağın gerili olduğu bir okyanustan ne bekleyebiliriz? O kadar uzun ki, tüm canlıları içine alıp, götürür. O zaman lavabo gibi bir şey kalır elimizde. Koca bir lavabo.
Ne yapabiliriz? Bir deniz yıldızını bile kurtarsak kar degil mi? Greenpeace’i arayıp, bir memeli olarak sudaki zulmü nasıl durdururum demek hepimizin görevi değil mi?
0 akıl fikir:
Yorum Gönder